Kâfir neden cehennemde ebedi olarak kalacak? Allah’ın sonsuz rahmeti kâfirin ebedi cehennemde kalmasına nasıl müsaade ediyor? Aslında cevap çok basit. Kâfir küfrüyle sonsuz cinayetler ve suçlar işlemekte ve bunun neticesi olarak sonsuz bir hapse çarptırılmaktadır. Bizler Ebedi cehenneme girecek olan kâfirin işlemiş olduğu suçları teker teker işleyeceğiz ta ki kısa bir ömürde yapmış olduğu zulüm ve cinayetler anlaşılsın, Allah’ın sonsuz rahmeti kâfirin ebedi cehennemde kalmasına nasıl müsaade ediyor sorusunun cevabı tüm açıklığıyla ortaya çıksın.
Şu âlemde gördüğümüz her bir varlık Allah’ın varlığına ve birliğine şehadet etmektedir. Allah’ı inkâr eden bir kâfir, varlıkların bu şehadetlerini yalanlayarak öyle büyük bir cinayet işler ki affı mümkün olmadığı gibi ebedi bir hapse mahkûm edilmesi tam bir adalet ve hikmettir.
Bizler bu dersimizde önce mahlûkatın yaptıkları bu şehadeti dinleyelim. Ta ki inkâr ile onları yalanlamanın o mahlûkların hukukuna nasıl bir tecavüz olduğunu daha iyi anlayalım.
Şu âlemde her bir varlık ya lisan-ı hal ile ya da lisan-ı kal ile Allah’ın varlığını ve birliğini ilan etmektedir. Varlıkların lisanı hal ve lisanı kal olmak üzere iki türlü konuşma şekli vardır. Lisan-ı hal; haliye konuşmaktır. Yani haliyle muhataba bir şey anlatmaktır. Lisan-ı kal ise sözle konuşmaktır.
Tüm varlıklar lisan-ı hal ile Allah’ın varlığını ve birliğini ilan edip şehadet ettikleri gibi. Lisan-ı kal dediğimiz sözleriyle de şehadet etmektedirler. Biz bu varlıklardan bir kısmının şehadetlerini anlayabiliyoruz. İnsan taifesinden mümin ve muvahhid kulların şehadetleri gibi. Onlar Allah’ın varlığını ve birliğini kabul ettiklerini açık bir şekilde ifade edip şehadet etmektedirler. Yine bu varlıklardan bir kısmının şehadetlerini anlamayabiliriz. Ama Kur’an’ın haber vermesi ile iman ediyoruz ki onlar da kendilerine mahsus bir dil ile konuşur ve zikrederler. Sahiplerini tanıyıp onun varlığına ve birliğine şehadet ederler.
Dağları biz onun emrine (Davut) verdik ki, akşam sabah onunla birlikte tesbih ederlerdi… Sebe 10
“Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah’ı tesbih etmektedir. O aziz ve hâkimdir…”(Hadid, 57/1)
“Yedi gök, arz ve bunların içinde bulunanlar, O’nu tesbih ederler. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ama siz onların tesbihlerini anlamazsınız. ” (İsrâ, 17/44).
Varlıkların Lisan-ı hal ile yaptıkları şehadet
Allah insanı akıl ve şuur sahibi olarak yaratmış ve varlıkları da hikmetle yazılmış bir kitap, bir mektup gibi yaratıp varlığına ve birliğine şahit tutmuştur. Akıl ve şuur sahibi olan bizlerden de bu hikmetle yazılmış kitapları okumayı, onları tefekkür etmeyi istemiştir.
O varlıklar duymasını bilenler için Allah’ın varlığını ve birliğini onlarca dil ile ilan etmektedir. Şimdi bir çiçeğin lisan-ı hal ile yaptığı şehadeti dinleyelim;
Evet, Göklerde ve yerde olan herşey Allah’ı tesbih eder.” Haşir Sûresi, 59:24.
Bu çiçek gibi tüm mahlûklar zerrelerden tutun güneşlere kadar her biri Allah’ı birçok dil ile tespih edip Allah’ın varlığını ve birliğini tüm âleme haykırırcasına ilan etmektedir. Kâfir ise Allah’ı inkâr etmekle kâinattaki tüm bu şahitlerin şehadetini yalanlamış ve kâinat kadar büyük ve içindeki mahlûkat kadar çok tecavüzler ve cinayetler işlemiştir.
Şimdi şöyle bir düşünelim. Kâfir kısa bir hayat sürse de, O kısacık hayatına göre değil sadece küfür ile geçirdiği bir dakikayı nazara alalım. İşlemiş olduğu cinayetin büyüklüğünü hesaplamak yine mümkün değildir. Zira şahitler o kadar çoktur ki. Zerrelerden güneşlere, Hayvanlardan nebatata, insanlardan meleklere, geçmişten şu ana kadar varlık âlemine çıkmış tüm mahlûkları yalanlamak aklın ihata edemediği bir zulümdür.
Kâfirin bu konuda hiçbir itirazı geçerli değildir. Zira kendisine akıl, şuur ve irade verilmiş. Ve varlıklar bir kitap gibi tevhid mühürleriyle onun göreceği ve okuyacağı tarzda nazarına arz edilmiştir.
Benim yalanlamam ona ne zarar verir ki diyen bir kâfire diyoruz ki; Sen doğru bildiğin ve doğru olduğun bir meselede yalanlansan kalben istersin ki doğrular ortaya çıksın ve sana yalancı diyenlerden hesap sorulsun. İşte senin ruhunun kabul etmediği ve seni yalanlayanlara karşı hissettiğin öfkeyi tüm mahlûkat da sana karşı hissediyor. Çünkü tüm varlıklar Allah’ın mahlûku olmak ile şeref buluyor ve bir kıymet kazanıyor. Onları yalanladığında tüm varlıkların hukukuna ilişiyor ve tecavüz ediyorsun.
Gök ve yer onların ardından ağlamadı; onlara mühlet de verilmedi. Duhan: 29
“Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki yanlarına uğrarlar da onlardan yüzlerini çevirerek geçerler.” (Yûsuf Suresi 105. Ayet)
Kâfirin ebedi bir ceza ile cezalandırılmasını Allah’ın hikmet, rahmet ve adaletine uygun görmeyenlere sesleniyoruz.
-Cezanın büyüklüğü suçun büyüklüğü nispetinde olduğu gibi. Cezanın sonsuzluğu da suçun sonsuzluğu nispetindedir. Hadsiz lisanlarla kendini sana tanıttıran ve bildiren ve sevdiren bir zatı inkâr ettiğin gibi Onun varlığını âleme ilan eden ve ayetlerim dediği o sonsuz şahitleri yalanlamak elbette kendini sonsuz bir cezaya mahkûm etmektir.
– Her bir varlık Allah’ı zikredip onun varlığına şahitlik edecek. Ama Kâfir tek bir sözüyle tüm bu şehadetleri yalanlayacak. Peki, hukukuna tecavüz edilen ve yalanlanan bu varlıkların hakkı ne olacak? Allah’ın hikmet, rahmet ve adaleti buna nasıl müsaade edecek? Etmemiş ve etmeyecektir. Onu Ebedi kalmak üzere cehennem denen hapishanesinde hapsetmek hikmetin adaletin ta kendisi olduğu gibi yalanlanan mahlûkatının hukukunu muhafaza cihetinde rahmetinin de gereğidir.
– Bu âlemde onu zikreden ve şahit olan o varlıklar bu yalanlamanın neticesinde o kâfirden haklarını istemeyecekler midir? Hak isteyen varlıkların çokluğu nazara alındığında ebedi bir ceza ile cezalandırılması elbette adaletin ta kendisidir.
– Hiçbir sultan yoktur ki kendisini tanımayan, saltanatını kabul etmeyen ve onu tanıyıp itaat edenleri yalanlayan, halkından asi bir adamı saltanatının izzetini ve halkının hukukunu muhafaza etmek için ona layık olduğu cezayı vermesin. Elbette şu kâinatın sultanı olan Allah da kendisini tanımayan, saltanatını inkâr eden ve mahlûkatını yalancılıkla itham eden o kâfirden saltanatının izzetini ve mahlûkatının hukukunu muhafaza etmek için ona layık olduğu ebedi cezayı verecektir ve vermesi ise adalet ve hikmetinin gereğidir.